Datça/ Mesudiye Sapağında Kamyonların Yarattığı Tehlike

Ağustos 31, 2017

Mesudiye sapağından kıvrılıp sahile inerken bir-iki km sonra, Mesudiye köyünün Döşeme mahallesine doğru bir yol ayrılır . Bu yol TAŞ OCAĞININ önünden geçerek birkaç km sonra yeniden Ana yola-Knidos yoluna- bağlanmaktadır.

21244622_10155798646085854_876489093_n

Aslında bu yol Radar yapılana kadar Datça yoluydu. Hatırı sayılır bir bölümü 70 metrelik dik bir uçurumun yanından geçen keçi yolundan biraz hallice olan, virajlı son derece tehlikeli bir yoldur.

Normal bir trafik için bile son derece tehlikeli olan bu yolda hafriyat kamyonları, beton mikserleri, beton boşaltıcıları, taş ve mıcır kamyonları cirit atıyor. Radar altından geçen ana yolu tercih etmeyen bu kamyonlar yazın artan trafik dolayısıyla da-yolunu şaşıran tatilciler de dahil olmak üzere- bu yolu kullananların hayatını tehdit ediyor. Bu yoldan oluşacak bir kazanın telafisi imkansız sonuçlar doğuracağı-yolu tanıyanlar için- çok açıktır. Bir an önce yetkililerin tedbir alması gerekmektedir…

21269491_10155798646520854_1604801954_n


Şşşt! Kızlar Öyle Şeyleri Konuşmaz!

Ağustos 24, 2017

bayansus“Bu ülkenin kadınları örgütlenemez. Hepsi erkek kafalı.”

Umay Umay

Ben savcı değilim, avukat değilim, hâkim değilim. Ahlak polisi hiç değilim. Eli kalem tuttuğu için yaşadığı tacizi yazabilen bir kadından daha fazla hiçbir şey değilim.

Dikkatinizi çekerim hanımlar, beyler; burada bahsi geçen konunun öznesi ben değilim. Hepimiziz! Çünkü susuyoruz. Tacizin, tecavüzün, sapkınlığın türlü hallerini unutuyoruz, unutturuyoruz. Susuyoruz. Kimse bizi sorgulamasın, yargılamasın diye susuyoruz. Sokağa çıkmak, pazara gitmek ve aynı mahallede yaşamaya devam etmek için susuyoruz. Arkadaşımız “Sus aman kimse duymasın” dediği için susuyoruz. Başka bir arkadaşımızın canı yanmasın, kalbi kırılmasın diye susuyoruz. İşler büyümesin, birinin canına kastedilmesin diye susuyoruz. “Ben bu lafları nasıl ağzıma alırım, nasıl anlatırım” diye utanıp susuyoruz. Yalnız kalırız diye susuyoruz. İşten atılırız diye susuyoruz. “Konuşsam ne olacak, üç gün sonra unutulacak, o yine sokaklarda gezecek, acısını ben çekeceğim” diye susuyoruz.

“Adam Ayşe Teyzenin oğlu, Fatma’nın kocası; kadıncağız mağdur olmasın” diyerek susuyoruz. Her tacizcinin, tecavüzcünün bir annesi vardır; bir kız kardeşi, bir karısı, bir sevgilisi de olabilir. Bu kadınları mağdur eden adam değil, toplumun ta kendisidir. Adamın eyleminin sorumluluğu bu kadınlarda değildir, şayet kadın etrafı susturmuyorsa. Evet hanımlar, beyler; sustuğumuz yetmiyormuş gibi konuşmak isteyenleri zorbalıkla susturuyoruz.

Temmuzun ortası… Datça’da yaşayan küçük bir aile, biri üç yaşında biri daha yirmi günlük iki kızları var. Deniz kıyısında bir restoranda dost sofrasındalar. Bir yanlarında abi deyip aileye kabul ettikleri bir adam, bir yanlarında annenin on yıllık kadim dostu… Baba, abi dedikleri adamın masanın altından gizlice video kaydı aldığını fark ediyor. Telefonun ekranında üç yaşındaki kızı, bikinisi değiştirilirken! Anında jandarma çağırılıyor, telefona el koyuluyor, adam gözaltına alınıyor. Buraya kadar her şey “normal” değil mi?

Geçtiğimiz günlerde Öpemezsin’i yazmamış olsaydım, bu olayı duymayacak, bu anneyle konuşamayacaktım. Yirmi günlük bebeği kucağında sütü kesilmiş bir anne… Bir delilik yapabilecekken doğru davranmış bir baba… Az ya da çok savunma mekanizması olan bir kadından ya da erkekten bahsetmiyoruz hanımlar, beyler; mevzu bir çocuk. Belki de birçok çocuk… Siz ne yapardınız?

Adam gözaltına alınırken “Ölürüm ben, ölmezsem kendimi öldürürüm, çıkartın beni” diye feryat ediyor. Ve bir grup insan, başta da annenin on yıllık dostu olan genç kadın, bu aileyi merhametsizlikle, vicdansızlıkla, adamı ölüme götürmekle suçlanıp şikâyetçi olmamaları için baskı yapıyor. Konu belki çocuk istismarı, belki değil? İzinsiz alınan video kaydında belki hedef çocuğun bikinisi değiştiren genç kadın da olabilir. Belki de birçok kadın… Bir taraftan aileye “Siz haklısınız” derken bir taraftan zorbalıkla davan yolunu kapattırmaya çalışan genç kadın, güya annenin arkadaşı olan o genç kadın… İşte memelerinin olması ayrı başka şey, erkek kafalı olmak başka!

O aile buralardan çekip gitti, adam ise birkaç gün önce geri döndü.

Konu mahkemeye sevk edilmiş, adam tutuksuz yargılanıyor. Suçuna ve cezasına mahkeme karar verecek. Bu noktada hiçbirimiz ne savcıyız, ne hâkim. Bense hiçbir şey olmadığım gibi gazeteci de değilim, zanlının adının soyadının ilk harflerini vererek size bulmaca da çözdürmeyeceğim. Bu yazı “Sen kaç kişiyi tanıyorsun ki kiminle konuşursan konuş biz arkasını toplayacağız, bu olayı konuşturmayacağız” diyen genç kadına cevabımız olsun. Bir kadının, güçlü ve zengin bir aileden gelmiyor, örgütlü değil, geniş bir sosyal topluluğun parçası değil, eli kalem tutmuyor diye susturulabileceğini düşünenlere cevabımız olsun.

Şimdi herkes kendi özeleştirisini versin. Bu olayı bilip de konuşmayanlar, neden sustunuz, nasıl susturuldunuz? Hangi vicdandan bahsediyorsunuz?

Şimdi ben susuyorum çünkü mevzunun öznesi değilim. Hanımlar, sözüm size: Artık konuşmamızın zamanı gelmedi mi? Hanımlar diyorum; bir değişim başlayacaksa biz kadınlarla başlayacak; erkekleri, çocukları, hayvanları ve doğayı sarıp sarmalayıp, kadınlarda bitecek. Değiştirmek istiyorsak, değişmeyi öğreneceğiz.

“Yurdum erkeği” diyerek tacizi normalleştirmeyelim, tacizin konuşulmasını normalleştirelim. Konuşalım, hep birlikte yüksek sesle konuşalım. Dinlerken de bana yapıldığı gibi “Kapına gelmiş olabilir. Evde yalnızken, sevgilisi olan bir adamı neden ve nasıl kahveye buyur ediyorsun?” diye birbirimizi sorgulamadan, yargılamadan konuşalım.

Konuşalım. Konuşmayı ve dinlemeyi öğrenelim. Bir tacizci sadece bir insanı mı taciz eder? Birbirimizi bulalım. “Onun sözüne karşı bunun sözü” denilip havada kalan bıçak sırtı davalarda “Onun sözüne karşı bizim sözümüz” olsun. Çünkü ya konuşmaya başlarız, ufak da olsa bir şeyler değişir, özgürlük alanlarımız biraz daha genişler ya da hep birlikte mağdur mağdur yaşar gideriz.

 

Önemli bir bilgilendirme: Yaşadığı tacizi sosyal ortamlarda yazmak isteyen hanımlar, isim vermeyin. Bu bir eylem değil, bir suç duyurusu olur. Ve suç duyurusu yapmak istiyorsanız bunun yeri Savcılıklardır. Sosyal medyada bir insanı bir suçla itham etmenin cezası size dönebilir, mağdurken hukuk önünde siz suçlu olabilirsiniz.

Kaynak:https://fulsyaziyor.com/2017/08/24/ssst-kizlar-oyle-seyleri-konusmaz/

 


Datça’da Hüsnü Mahalli ve Ayşenur Aslan ve de Sözcü Gazetesi Müridliğinin Sefaleti

Ağustos 19, 2017

Ayşenur Aslan ve Hüsnü Mahalli bu gece Datça Amfitiyatro’da memleket hallerini izleyicilerle paylaştılar. Peki ne oldu? Hüsnü Mahalli cezaevi hatıralarını anlattı. Ayşenur Aslan ise ilan edilmeden şeriat devletinin adım adım kurulmakta olduğuna işaret etti.
Sıra izleyicilerin sorularına geldiğindeyse, laik cumhuriyetin bekçilerinin! derdinin bir başka şeyler olduğu ayan beyan ortaya çıktı.
20953569_1499313203462124_5185814449008733236_n
İzleyicilerin çoğunluğunu teşkil eden Sözcü gazetesinin ve onun gibilerinin müridlerinin esas dertlerinin Barzani tarafından kararlaştırılan Kuzey Irak’taki referandum olduğu, ikinci sorunlarının ise Yunan adaları meselesi olduğu ortaya çıktı.
Ortadoğu uzmanı!!! Hüsnü Mahalli hakikati pervasızca dezenforme edip, Kuzey Irak Kürtlerinin referandumunu Erdoğan’ın desteklediğini söyleyerek Sözcü gazetesi tarafından zihinleri bulandırılmış izleyicileri mutlu etti!
Böylelikle Sözcü gazetesinin misyonunun, yaşam tarzları dinci diktatörlük tarafından tehdit edilen laik kitleyi AKP’ye karşı mücadele yerine Kürde, Yunana ve de hatta her millete karşı kılıç kalkan oyununa sürükleyerek hedef şaşırtmak olduğu bir kez daha su yüzüne çıktı.
Durum şöyle: Sözcü gazetesi tarafından ideolojik bakımdan beslenerek şovenizmle zihinleri bulandırılan laik kitle ‘vatan millet sakarya’ hamasetiyle beyni uyuşturulurken, dinci gerici diktatörlük hamleleri sürüp gidiyor.
Laik yaşam tarzı tehdit altında olanların, tehdidi yapana değil de başka milletlere düşmanlığa sürüklenmesi, onların şeriat devletinin celladının kılıcına boynunu uzatmasından başka anlam taşımıyor.

Öpemezsin!

Ağustos 19, 2017

Fulsen Türker

Ceza hukukunda bir insanı öpmekle tehdit etmenin yeri olmayabilir ama Fulsen hukukunda bunun cezası sabittir. İşbu sebepten o adamın adını bu sayfalara yazmayacağım. 
Ben onun adını söylemeyeceğim çünkü adını bilirseniz, arkasından konuşursunuz. Oysa bu olay konuşulacak, onun da içinde olduğu her cemiyette yüksek sesle ve hatta küfür ve yergi ile konuşulacak ve o bunların hepsine bizzat şahit olacak.

c3b6pemezsin

Dudaklar bir insanın en özel yeridir; hanımlar, beyler! İzinsiz o alana giremezsiniz. İzinsiz hiç kimseyi öpemezsiniz. Hatta dudaklar, memelerden, vajinadan, penisten bile daha özeldir! Seks işçilerinin neden öpüşmediğini bir düşünün; hanımlar, beyler!

Az önce bir parmak hesabı yaptım da 209 gün olmuş burada bir şey yazmayalı. Beni sorarsanız, iyi değilim. Kızgınım, çok kızgınım.

Birkaç hafta önceydi, belki de bir iki ay… Hafızam eskisi kadar iyi değil. Şaraphanedeyim. Tatlı bir telaşım var, yarım saat sonra misafirlerim gelecek. Elimde vazolar bahçeye dalmışım, gül kesiyorum. Datça’nın abiler tayfasından biri, bana doğru yürüyor. “Hoş geldin” diye sesleniyorum gülümseyerek. Buraya yerleştiğim ilk günlerde tanıştığım biri. Çalışkan, yardımsever, güler yüzlü, özgürlük ve eşitlik diyen bir partinin üyesi, okuryazar, bilgili…

Ah benim Datçalı naifliğim!

Elim kolum dolu, “Nasılsın abiciğim?” derken yanağımı uzatıyorum. Şap diye dudağımdan öpüyor! Şimdi çok iyiyim.Oh nasıl da güzel öptüm” diyerek arkasını dönüp koşar adım çıkıp gidiyor. Ben ardında donakalmışım.

Tenha, loş bir sokakta karşıdan gelen bir siluet değil bu adam… Evime girmiş, kahvemi içmiş, meyhanede sevgilimle otururken masamıza buyur edilmiş, imza günüme gelmiş bir adam –bundan sonra abi değil, adam; çünkü abi bir sevgi sıfatıdır.

Ah benim öğrenilmiş çaresizliğim!

Belki de sorun hafızamda değil, biz insanlar böyle anları hafızadan silmek istiyoruz. Bu toprakların kültüründe taciz vardır; hanımlar, beyler! Tek bir kadın ya da erkek tanımam hayatında en az bir kez tacize uğramamış olsun. Ama bu ‘ufak tefek’ şeyler konuşulmaz. Bizim, daha çocukken istemeden oturtulan kucaklarda, zorla verdirilen öpücüklerle başlayan; caddelerde, otobüslerde, barlarda gelişen; iş yerlerinde pekişen savunma mekanizmalarımız var.

Ah benim İstanbullu reflekslerim!

Ne sevgilime anlattım, ne yoldaşıma. Adamın bir daha yanıma iki metreden fazla yaklaşmasına izin vermedim. Kalabalık ortamlarda denk geldiğimizde, her konuşma çabasını tersleyerek yanımdan kovaladım.

Geçtiğimiz hafta… Yine şaraphanedeyim. Pek keyifli bir kalabalık var. Dolunayda caz konseri veriyoruz. Yorgun ama çok mutluyum. Derken, adam suratında yavşak bir gülümseme ile karşımda dikiliyor. Cemiyetin sevilen bir üyesi, herkes gibi o da orada. Bir tersliyorum, iki tersliyorum, sonra cevabımı alıyorum.

“Öperim bak şimdi kız seni!”

Öpemezsin! Dudaklarıma kırmızı ruj sürsem, etrafı kahkahalarımla şenlendirsem de sen beni öpemezsin! Öpemezsiniz! Ne beni, ne başka bir insanı, ne bir çocuğu ve hatta o an rızası yoksa karınızı, kocanızı, sevgilinizi bile öpemezsiniz. Bu topraklarda pek çok tecavüz vakasının, belediyenin verdiği yetkiye dayanarak karı koca olarak ilan edilen insanlar arasında gerçekleştiğini hatırlatırım; hanımlar, beyler! İşte bu yüzden öpemezsiniz! Bir insanın dudağına güven, sevgi ve aşktan başka hiçbir şey değdiremezsiniz. Dudaklar açıktadır, savunmasızdır, kırılgandır. Dudaklara bulaşan acıyı silemezsiniz.

Ah benim dinmek bilmeyen kızgınlığım!

Tacizden daha da kötüsü nedir biliyor musunuz; hanımlar, beyler? Tacizin devam edeceğine dair tehdittir. En son ne zaman bu kadar midem bulanmıştı, bu kadar korkmuştum, hatırlamıyorum bile.

Neden mi? Çünkü biz Datça’da yaşıyoruz. Bu coğrafya üzerindeki en özgürlükçü, en örgütlü, kadın inisiyatiflerinin en güçlü olduğu kasabalardan birindeyiz. İstanbul’da geçen “Bugün metrobüse bineceğim, etek giymeyeyim” yıllarının ardından, meme ucumuz gözükmesin diye taktığımız o zoraki sutyenleri fırlatıp attığımız topraklara yerleşmişiz. Taciz ve tecavüz haberlerini gazetelerden takip ederken gardımızı düşürmüşüz; hanımlar, beyler!

Doğal olan sürekli gardını alıp, dikenlerini çıkartarak yaşamakmış gibi kendime kızıyorum. 35 yaşında koca kadın olmuşum, Fulsen olmuşum, dudaklarıma tecavüzle tehdit ediliyorum. Oysa ben sevgi dolu bir öpücüğün bedelini en ağır ödeyenlerden biriyim ki o gün ölmediğim için bugün yazıyorum.

Ah benim kafasına her vurduğumda başka bir delikten yükselen egom!

Ben, ben diye bağırmaya bırak; bir tek sen misin sanıyorsun? Datça’nın abiler tayfasından başka biriyle konuşmaya karar veriyorum durumu, adamla en sık görüşenlerden biri. Daha adını söylediğim anda ne anlatacağımı anlıyor. Meğerse adam sabıkalı! İsmi lazım olmayan abim, kendi kadın arkadaşlarını ondan nasıl uzak tuttuğundan bahsediyor. “Akıldan hasta o ama daha fazlasını yapamaz” diyor. O “daha fazlası” derken, benim midem daha fazla bulamıyor. “Kendisi konuşmaktan anlamaz, sevgilisine söyle kulağını çeksin, bir daha senin sokağından geçemez” diye ekliyor. Tüm bunları işittikten sonra benim bu yazıyı yazmaktan başka çarem kalmıyor.

Datça’da normalleştirilmiş, meşrulaştırılmış, süregelen bir taciz zincirinden bahsediyorum; hanımlar, beyler!

Ceza hukukunda bir insanı öpmekle tehdit etmenin yeri olmayabilir ama Fulsen hukukunda bunun cezası sabittir.İşbu sebepten o adamın adını bu sayfalara yazmayacağım. Bilmesi gerekenler ve müdahale inisiyatifi olanlar, onun kim olduğunu çoktan öğrendi.

Ben onun adını söylemeyeceğim çünkü adını bilirseniz, arkasından konuşursunuz. Oysa bu olay konuşulacak, onun da içinde olduğu her cemiyette yüksek sesle ve hatta küfür ve yergi ile konuşulacak ve o bunların hepsine bizzat şahit olacak. Ne kadar acınası bir adam olduğunu söyleyen herkesi onaylamak zorunda kalacak. Toplumsal maskesini bozmamak için kendi kendini aşağılamak zorunda kalacak. Bu da onun cezası olacak.

Sezonun bu yoğunluğunda, 35 derece sıcakça, işi gücü bırakıp içimdeki şu kızgınlığı atmak için yazdım. Evet, 209 gün sonra yeniden yazdım. Aklınızdan her “Fuls neden artık blogda yazmıyor?” diye geçirdiğinizde bu son cümlemi hatırlayın. Diken üzerinde yaşamak mı daha iyi, özgürce nefes almak mı? Benim blogda yazmam mı iyi; sevgilimi öpüp, şarabımı yudumlayıp sessiz sakin yeni romanımı yazmam mı?

Kaynak: https://fulsyaziyor.com/2017/08/15/opemezsin/


Can Baba Mekanı Datça’da Anıldı…

Ağustos 12, 2017

Can Yücel,  Datça’da mezarı başında, 18’inci ölüm yıldönümünde, şair, yazar ve sanatçılar Can Yücel’in mezarı başında oldular. Mezarlıktaki tören, Datça Belediye Başkanı CHP’li Gürsel Uçar ve UKKSA Başkanı Nevzat Metin tarafından kabre çiçek bırakılmasıyla başladı.

Fotoğraf-0686

Sanatçı Gülsen Tuncer, Can Yücel’in yaşamının zorluklarla geçtiğini, Ancak bizlere çok güzel şeyler bıraktığını, yaşama çok güzel şeyler kattığını, kendisini minnetle andığını, hiçbir zaman halk insanı olmaktan uzaklaşmadığını, onun bu törende hangi şiirle başlasa hoşuna gideceğini düşündüğünde Deniz Gezmiş için kaleme aldığı Mare Nostrum’la başlamayı uygun gördüğünü söyleyerek şiiri okudu

Mare Nostrum

En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!

Daha sonra söz alan Nevzat Metin şunları söyledi: Can ağbinin bir vasiyeti vardı. Biz onunla baba oğul gibiydik. Dedi ki: Nevzatçığım, eğer bir gün ben bu dünyadan  gidersem, mutlaka genç ve orta kuşak şairleri çağır beni anmaya… Onu her yıl Datça’da anmaya devam edeceğiz.

Fotoğraf-0687

Datça Belediye Başkanı Gürsel Uçar şunları söyledi:  Can Yücel’in yaşadığı sürece Datça’ya hep sahip çıktığını hatırlatarak, “Gelecek adına kaygıları vardı. Datça’nın bozulmasından endişe ediyordu. Yerel yönetimlerin ne denli önemli olduğunu belirtip, ‘bu makamları boş bırakmayın’ uyarısında bulunuyordu. Onun uyarıları ile bugün görevlerdeyiz. Göreve geldiğim ilk günden beri, Datça’nın tarihine, sanatına, kültürüne sahip çıkmaya çalışıyorum. Elimden gelen desteği veriyorum

Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Mustafa Köz:Ülke uçuruma doğru yuvarlanıp gidiyor. Yine karanlık, yine yokluk, yoksulluk ve acılar. Can Yücel, onları gördü, onları yazdı ve onları söyledi. Onun şiirleri bir deniz feneri gibi üzerimizde dolaşıyor. Biz onu unutmadık. Bu bir anma değil, bir anımsamadır. Biz onunla iyi bir yeryüzünün düşlerini kurduk. Onun şiirleriyle dünyanın daha güzel olacağına inandık. Yalanın, dolanın, riyanın diz boyu olduğu bir ülkede, ‘ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi’ diyebilmek aslında, dürüst, erdemli ve vicdanlı bir insanın özetidir. Ve onun bu sözleri, Can Yücel şiirlerinin de bir özetidir. Yalansız ve ikiyüzlülükten kurtulmuş bir dünyayı kurmak için, Can Yücel şiirlerine bugün dünden daha fazla gereksinim duyuyoruz.”

Fotoğraf-0684

Şair Metin Celal ‘Söylenecek her şey söylendi. Ben geçen yazımda da yazdım Can baba türbesi diye bir espri var. Ben bunun olmasının taraftarıyım. O mübarek bir adamdı. O büyük bir şairdi. O Datça’yı benimsemişti, Datça’da onu benimsemiş.

68’liler vakfından Nigar Sancak ‘1999 yılında çok sevdiği kalabalıkla onu Bodrum’dan Datça’ya uğurlamıştık. Şiir adam güzel adam Can yücel 68’li gençleri çok sevdi, bizler de onu çok sevdik…

 

 


Datça’dan Onun Hatırasına/CAN YÜCEL’İN KONUŞMASI – 1965/TİP

Ağustos 2, 2017

Soyadı: Tako
Öz adı: Hürmüz
Takma adı: Elif
Sahte adı: Seher
Suçlular arasındaki adı: Piç
Anasının adı: Zehra
Babasının adı: Abdi
Milliyeti: Türk
Doğumu: 1957
İşi: Hırsızlık
Vücut boyu: 1,31
Vücut Cesameti: Nârin
Vücut Bünyesi: İnce
Vücut Vaziyeti: Öne eğik
Omuzları: Düşük

Sevgili Yurttaşlarım,

Şimdi size okuduğum belge, sekiz yaşındaki, Tako adlı kardeşimizin polisteki eşkâl kâğıdıdır. Tako, bugün Türkiye’de kaldırıma düşmüş, toplumun koruyucu elinden ırak, çoğu da suçlu, dört yüz elli bin Türk çocuğundan biridir. Elinden tutacak kimi kimsesi yoktur ama hırsızlık ederken yakayı ele verdiğinde, Tako’yu kolundan tutup cezaevinin sübyan koğuşuna atacak bir hükümeti vardır. Tako’nun doğum tarihi vardır ama insan gibi yaşadığı yoktur. Tako’nun sabıkası vardır ama geleceği yoktur. Tako’nun onu seven bir atası vardır, Tako’nun “Halkın öğretimi ve eğitimini sağlama, devletin başta gelen ödevlerindendir” diyen bir anayasası vardır ama Tako’ya babalık edecek devlet babası yoktur.

Yazının devamını oku »